Taşınır taşınmaz ilk işimiz oğluma okul öncesi bir kurum arama çabasına girmek oldu. 25 yıl önce durum hiç iç açıcı değildi. Zeminde rutubetli sınıflar, televizyonun karşısında oturtulmuş kendi başına çocuklar. Eve bakıcı alsak kimseyi tanımadığımız bir şehir. Günlerce düşündükten sonra maddi durumumuzun yettiği bir okulda karar kıldık. İki sene her sabah bir çocuk okula giderken ağlar mı? Ağladı.
Daha önce ki yazımda bahsettiğim gibi eskiden geniş ailelerin arasında büyüyen çocuklarımızın gelişen dünya ile birlikte artık yetemediğimiz ya da mecbur kaldığımız için okul öncesi kurumlara bırakıyoruz. Müfredat ve eğitim pedagojisi 25 yıl önceki gibi değil. Her geçen gün biraz daha düzeltilmeye çalışılıyor.
Ne yazık ki çoğu okul öncesinde günün büyük bir bölümü masa başı çalışmasına ayrılıyor. Anaokulunda öğrenmesi gerekliymiş gibi okuma yazma öğretiliyor. Bu hem öğrenci hem de öğretmen üzerinde yoğun baskıya sebep oluyor. Hep aynı tek düze sıkıcı sınıf çalışmaları ile karşı karşıya bırakılan çocuklar maalesef birinci sınıfa başladığında bildiği şeyleri tekrar görüyor olmak okuldan soğumasına veya ilgisizliğe sebep oluyor. Okullar arasında ki rekabet çocukların üzerinde ki bu baskıyı arttırıyor. Biz anaokulunda okuma yazmayı öğrettik demek çok yanlış geliyor bana. O zaman sorarım bende çocuğa dili etkin kullandırdın mı? Tartışma ortamı yaratıp duygu ve düşüncelerini rahatça ifade edebildi mi? Ayakkabısını bağlayabiliyor mu? Arkadaşlarının haklarını gözetiyor veya koruyor mu? Siz bunlara ayırmanız gereken zamanı birinci sınıfta edinilmesi gerekli akademik derslere ayırdınız.
Her çocuk okul öncesine gitmeli bu artık bir zorunluluk. Okul öncesi kurumların bir çocuğun mutluluğu ve donanımı için yapabilecekleri en önemli şey çocukların sosyal ve duygusal olarak gelişmelerine fırsat vermeleridir. Çocukların konuşmalarına fırsat sunmalarını gerektirecek tartışma ortamları yaratmalılar. Resim çizen çocuğa yaklaşan bir öğretmen ‘Aaa ne güzel bir ağaç ‘ dediğinde, çocuk ağaç çizmiyorsa, bu cümlesiyle, çocuğun hayal dünyasına ve resmine son noktayı koymuştur. Onun yerine ‘Ne çiziyorsun?’ cümlesiyle başlasaydı hem çocuğu tanımak hem de konuşma ortamı hazırlamak, sonrasında tüm sınıfı da bu tartışma ortamına sokmanın onların gelişimlerine müthiş katkısı olurdu. Bu yüzden iyi bir okul öncesi ve öğretmen seçimi çok önemli.
Mükemmel Fin modelinde öğrenci 7 yaşına kadar okuma yazma çalışmalarına başlamıyor. Onun yerine dili etkili kullanan, sosyal ve duygusal yetileri gelişmiş, ailenin de işin içine katıldığı bir müfredat programını izliyor. Sürekli onlara bir şeyler anlatılıyor ve tartışmaları sağlanıyor. Tabii ki bilgi birikimi olan, iyi, donanımlı öğretmenlerle. Öğretmeni üzerine basa basa söylüyorum her seferinde çünkü öğrenim hayatının başında iyi bir öğretmene rastlayan çocukların hayatlarının nasıl değişeceğini otuz üç yıllık meslek hayatımda yakından gözlemledim.
Ağlamadan gidecekleri, her gün keşfedip, koşup oynayabilecekleri, bol bol anlatılan masalları dinleyip-anlayıp tartışabilecekleri, bir okul öncesi kurumuna ihtiyacımız var. Küçük öğrencilerimiz için bundan daha değerli ne olabilir? Soruyorum size...