Kalabalık ajandalar, bitmeyen toplantılar, sürekli çalan telefonlar… Zamanın çoğunu işine ayıran anne babalar, her şeyi çocukları için yaptıklarını düşünerek hayatı büyük bir hızla sürdürürken; o çocuklar, aynı evde ama bambaşka bir yalnızlığın içinde büyüyor olabilir mi? Günümüzde birçok çocuk fiziksel olarak her imkâna sahip ama duygusal olarak yoksun büyüyor. Oyuncakları var ama birlikte oynayanları yok. Odaları geniş ama duyguları sıkışmış. Çünkü çocukların en çok ihtiyaç duyduğu şey, yalnızca birinin yanında olması değil; onunla gerçekten bağ kurması…
Çocuklar, yalnızca duyulmak değil, dinlenmek; yalnızca görülmek değil, fark edilmek ister. Aynı evin içinde olunmasına rağmen, birçok çocuk ebeveyninin zihnen başka yerlerde olduğunu hissedebilir. Bu da zamanla "önemsizim", "değerli değilim" gibi düşünceler geliştirmelerine neden olabilir. Bu durum, sevgisizlikten değil; çoğu zaman iyi niyetli ama yoğun bir meşguliyetten kaynaklanır. Ancak niyetin iyi olması, çocuğun hissettiği duyguyu değiştirmez. Bu nedenle ebeveynlerin zaman zaman şu soruyu kendilerine sorması önemlidir: “Çocuğumun hayatında gerçekten var mıyım, yoksa yalnızca etrafında dönen bir figür müyüm?”
Çocuklar ailelerinden kusursuzluk beklemez. Onlar için önemli olan şey; birlikte kurulan küçük anılardır. Yere oturup oynanan kısa bir oyun, birlikte edilen bir kahkaha, dinlenmiş bir cümle… Bu anlar, çocukların iç dünyasında tahmin edilenden çok daha büyük etkiler bırakır.
Bir çocuğun ihtiyacı, uzun zaman değil; kaliteli ve gerçek bağlantıdır. Bazen kısa bir bakış, bir omza dokunuş ya da dikkatin dağılmadığı birkaç dakika; çocuk için bir günün en değerli anına dönüşebilir. Zaman hızla akıp giderken, çocukluk sessizce geçer. Bugün çok yoğun olan takvimler, bir gün boşalır ama o çocuk, yanında olduğunu sandığınız halde sizi yanında hiç hissetmemiş olabilir. Gerçek varlık, fiziksel yakınlıkla değil; duygusal bağla mümkündür. Meşguliyetler geçicidir; çocukların kalbinde kalan izler ise ömür boyu taşınır.
Bu nedenle her ebeveynin kendine şu soruyu sorması belki de en kıymetli başlangıç olur: “Bugün çocuğumun kalbinde nasıl bir iz bıraktım?” Çünkü çocuklar, söylenenleri değil; hissettirilenleri hatırlar. Ve bir gün, büyüdüklerinde yalnızca ne kadar sevildiklerini değil, ne kadar görülüp duyulduklarını da anlatacaklardır.