Kendinden vazgeçmek denildiğinde ilk aklınıza geleni merak ediyorum. Fedakârlık, bir amaç uğruna kişinin kendi çıkarlarından vazgeçmesi demektir. Her ne kadar gittikçe bencilleşen dünya sistemiyle eskisi kadar alkış almıyor olsa da toplumumuzun köklerinde varlığını sürdürmeye devam ediyor. Öyle ki ailesine ebeveynlik yapmak zorunda kalan çocuklar “hayırlı evlat” , aile içinde her türlü zorluğu göğüsleyip kendini unutan bireyler “ iyi anne-baba, iyi eş” olarak nitelendiriliyor. Toplum kendimizi feda edişimizi takdir ederek belki de biz farkında bile olmadan motivasyon aşılıyor. Bu çok değerli takdire sahip olabilmek adına ailesi ve sevdikleri için kendi istek ve arzularından vazgeçen çocuklar, bireyler yetişiyor. Çünkü ihtiyaçlarını önceliği yaptığı takdirde “bencillik” etiketini almaktan korkuyorlar. Aslında fedakârlık insan ilişkilerine sağladığı yarar ve toplumsal faydaları düşünüldüğünde önemli bir erdem olsa da, kişi kendinden vazgeçme noktasına geldiğinde erdemini fazlasıyla zorlamış oluyor. Her zaman en çok veren ama en az alan taraf olmak, her ihtiyaca yetişmeye çalışmak ve her sorunu halletmeyi görev edinmek bir kahramanlık gibi görülse de oldukça yorucu ve incitici.
Kendimize veda ediyoruz
Önceliğimiz başkalarının mutluluğu, rahatı ve takdiri olduğunda kendimize veda ediyoruz. Hayatını çocuklarına adayıp arzuladığı yaşamı erteleyen anne babalar, eşleri için saçını süpürge eden kadınlar, kariyeri uğruna kendinden vazgeçenler, anne babasını memnun edebilmek için hayal ve isteklerini bir kenara itenler. Kısacası başkalarının ihtiyaçlarının önüne kendi ihtiyaçlarını koyduğunda suçlu hissedenler. Hepsinin ortak noktası kendini feda etmeyi yüce bir değer olarak görmeleri. Ama neden?
İnsan neden kendinden vazgeçmeyi yüceltir?
Sebepleri birey özelinde değişiklik gösterse de bir iyi niyet göstergesi olduğu için kişiyi tatmin ettiğini ve kendini iyi hissetmesini sağladığını söyleyebiliriz. İç sesi ona her seferinde “ne kadar da iyi bir insan” olduğunu tekrarlar. Bir nevi bağımlılık gibi bu iyi hissi kaybetmek istemez ve alışkanlığı haline gelir. Birilerine “hayır” diyebilmek çok zor gelebilir çünkü bu durumda kendini bencil ve kötü biriymiş gibi hissedebilir. Bu kötü duygulardan kaçınmanın en iyi yolu da başkalarının isteklerine “evet” ile karşılık vermektir. Böyle olduğunda da kimseyi incitmediğini düşünür ve iyi bir insan olmanın tadını çıkartır.
Neye ihtiyacım var?
Bu oldukça basit ama çokça da unuttuğumuz bir soru. Hayat akışı içinde asıl kimin için yaşadığını unutmaya başlıyor insan. Bu soru da zamanla “senin neye ihtiyacın var” a dönüşüyor. Kişiyi var olmaktan çok bir başkasını var etmekle ilgilenmeye itiyor. Belki de tam olarak olduğunuz halinizle de yeterli olduğunuzu hatırlamaya ihtiyacınız vardır. Ya da her şeye koşturmaya çalışırken şimdiye kadar ertelemek zorunda kaldığınız isteklerinize odaklanıp daha gerçek bir mutluluk hissi yaşamaya. Ya da belki de “sen” için yaşamayı bırakıp “ben” için yaşamaya başlayarak gerçekten neyi istediğinize karar vermeye. Unutmayın ki “her seferinde herkese her şeyi vermek, kendin için bir şey kalmaması demektir”. Gerektiğinde başkalarına yardım edebilmek için önce kendi heybenizi doldurmanız gerekli.