Yıldırım Belediyesi
Dilek Kumru
Köşe Yazarı
Dilek Kumru
 

Benim güzel sofram

Çocukluğumda her yaz tatilin gelmesini iple çekerdim. Çünkü bir ay sürecek bir macera beni beklerdi. Anneannemin Eskişehir’de ki evine annem ve kardeşimle gider orada kuzenlerimle harika bir tatil geçirirdik. Aynı evin içinde teyzem onun kızı, torunları, oğulları kalabalığız üst katta dayımlar oturur. Burası şu anda koruma altına alınan evlerin bulunduğu Odunpazarın'da koca bir avlunun etrafını çevirdiği çoğunluğu akrabalardan olıuşan bir yer. Avlunun ortasında günün belli saatlerinde sıcak su akan bir çeşme bulunuyor. Eskişehir'in yeraltı sularından gelen bir kaynak. Bahçenin bir kenarında büyükçe, dalları komşunun çatısını kapatan bir vişne ağacı var. Benim ağacım. Kitaplarımla bu kalabalıktan kaçmak istediğim zaman ağacın tepesine çıkar oradan komşunun çatısına ve işte dalların altında gökyüzüyle baş başa. Kimse görmesin diye iyice arkalara gizlenip kah kitap okuduğum, kah uzakta ki arkadaşlarıma içine yaprak, çiçek iliştirdiğim mektuplarımı yazdığım, kah gözlerimi kapayıp hayaller kurduğum gizli bahçem.   Anneannem yorgancı Bulgaristan'dan gelince elinden tek gelen bu. Ama en iyisi. Çalışkan çok çalışkan bir kadın. Beni de ona benzetirler gurur duyarım bundan. Yorgan odasında yengem ve teyzemle yeni gelin yorganları dikerler. Odaya güneş ışığı vurduğunda pamukların havada uçuştuğunu görürsünüz. Anneannem yumuşacık elleri ile narince pamuğu yerleştirir kumaşın üzerine, kuru sabunla motifi satene sanatçı edasıyla çizer. Her bir yorgan şu anda düşününce müzelerde sergilenmeliydi, hayatımda onlar kadar güzel eserler görmedim daha. Yorgan odası gece yatak odamız yan yana yer yataklar serilir. Tüm kızlar yatakta, günden bitmemiş hikayeler anlatılır, kahkahalar atılır, sonunda uykuya yenik düşülür.   ETİ Fabrikasının 12.00 da hiç şaşmayan öğle yemeği borusunda bizim avluda da yemek çanı çalmıştır. Avlunun etrafındaki evler önündeki taşlığa yer sofrasını kurar. Hala aynı lezzeti bulamadığım ortaya konulan yemeklerle sofraya belki on el uzanır. Büyükler konuşur sır yoktur burada herkes içini döker. Kimi hastalığını, kimi kocasını, kimi evladını anlatır, dert yanar. Gözyaşları dökülür, mutlu kahkahalar atılır. Öyle biz çocukların psikolojisi bozulacak denmez. Acıda anlatılır tatlıda. Dinlediklerimizle empati yapar farkında olmadan olgunlaşırız. Hiç bir çocuk lafa karışmaz, söze girmez, bilmişlik yapmaz sessizce yemeğini yer, arada sırada soru sorulursa cevap verir. Biraz canları gülmek isterse okuduğum kitaplardan aklı hep bir karış havada olan bana söz hakkı verirler. Konuşma izni verilen benim için bu ayrıcalık, dünyanın en büyük ödülü. Ödülümü hak etmek için sordukları sorulara enteresan şeyler anlatırım hayal dünyamı da işin işine katarak hoşlarına gider, güldürürüm onları. ‘Ah bu kız ne olacak bilmiyorum ?’der annem hayıflanır. Bitmesini istemediğim soframda ki zaman çabucak geçer, arkasında nice dersler bırakarak.   Sofra en büyük okul olur bize yaz boyunca. Ben en değerli derslerimi hayattan ve kitaplarımdan önce o okuldan aldım. Adaleti, hakkı, hukuku, edebi, mütavaziliği, herkesin her şeyi yaşayabileceğini, yokluğu, aldatılmaları, ölümleri, düştüğünde kalkmasını bilen asla pes etmeyen insanları gördüm. Aza kanaat eden, paylaşmayı bilen, çalışmaktan erinmeyen, en küçük şeyden mutlu olan güzel özel insanları.   Şimdi düşününce çocuklarımız ne kadar şansız aslında. Kalabalık sofralarda büyüyen çocukların o kadar çok alacakları var ki o sofralardan. Evlere baktığınızda birbirinden uzakta aynı evin içinde yabancılaşan insanlar. Çocuklar boşlukta. Ailelerinden duymaları gereken sayısız birikim ve anlatılacak anı varken hayatlarını diziler dolduruyor. YAYINDAN KALDIRILINCA HAYATLARINDAN DA KALKAN GERÇEKLE BAĞLARI OLMAYAN DİZİLER. Gerçekleri onların yanında konuşmaktan korktuğumuz sonra da küçücük bir sıkıntıda bunalıma giren çocuklarımız. Geçenlerde dinlediğim bir onkolog sıkıntıları çocukken göğüsleyen bireylerin kansere karşı daha güçlü olduklarını söyledi. Gerçek bu. Yokluğu gizlediğimiz, üzüntülerimizi paylaşmadığımız, acılarımızı göstermediğimiz, hayatı tozpembe gören çocuklarımız.    Modern dünyada çalışan bir annenin çocuk büyütmesi ve ona gerekli hayat deneyimlerini öğretmesi çok zor. İş yaşantısının stresi ve temposuyla kaliteli çocuk yetiştirmek en büyük özveri. Kalabalık ailelerde işte bizim açık bıraktığımız sosyal alanda çocuk yetiştirme işini üzerimizden akrabalarımız alırdı. Şu anda birbirimizden uzaktaki akrabalarımız. En kötüsü de ne biliyor musunuz? Çocuklarımız empati yapamıyor. Çünkü empati hem kalıtsal hem de yetiştirme şekline bağlı. Artık o kadar oyunlara ve ekrana bağımlılar ki, deneyimlerini dinleyecek bir büyüğün varlığından yoksunlar. Ve empati kullanılmadığında bir daha geri gelmeyecek bir özellik. Çocuklar insani duyguların tümünün gelişmesi için sosyal bağlara ihtiyaç duyarlar. Pandemi biter bitmez ilk işiniz o geniş sofraları bir daha yitirmemek üzere çocuklarımızın iyiliği için kurmak olsun. Söz mü?   Avluma ne mi oldu? Her güzel şeye yaptıkları gibi yok ettiler onu da. Soframın etrafını çeviren insanların çoğu hayatta değil artık, arkalarında büyük bir boşluk bırakarak göçüp gittiler genç yaşlı demeden. Anıları sık sık gözümün önüne gelir. Burnumun direği sızlar. Öyle tarifsiz bir acı sarar ki yüreğimi anlatılamaz.    Avluyla birlikte, ağacımda yok oldu. Çeşmenin suyunu kestiler önce, sonra çeşmeyi yerinden söktüler. O minicik evleri bir bir yıkıp yerine ruhsuz beton yığınlarını koydular. İçine hapsolduğumuz kalabalığın içinde birbirimize yabancı beton yığınları.   Asla gitmedim bunlar olduktan sonra o avluya bir daha. Sokağın önünden çok geçtim ama kafamı çevirmedim görmek istemedim o halini. Güzel insanları, avluyu, ağacımı oradaymış gibi hayal etmek çocukluğumu gençliğimi olduğu gibi orada dondurup bırakmak daha az acı verir yok olduklarını düşünmektense.   Tekrar bu kez sofrayı taşlığa ben kursam, çağırsam hepsini, anlatacak öyle çok hikayem var ki. Gelin bakın hayat bana sizin öğrettiklerinizin üzerine neler kattı. Ne çok şey gördüm dinleyin bakın.    Güldürsem, ağlatsam, şaşırtsam hayatın bana yaptığı gibi, hiç susmasam.
Ekleme Tarihi: 09 Mayıs 2021 - Pazar
Dilek Kumru

Benim güzel sofram

Çocukluğumda her yaz tatilin gelmesini iple çekerdim. Çünkü bir ay sürecek bir macera beni beklerdi. Anneannemin Eskişehir’de ki evine annem ve kardeşimle gider orada kuzenlerimle harika bir tatil geçirirdik. Aynı evin içinde teyzem onun kızı, torunları, oğulları kalabalığız üst katta dayımlar oturur. Burası şu anda koruma altına alınan evlerin bulunduğu Odunpazarın'da koca bir avlunun etrafını çevirdiği çoğunluğu akrabalardan olıuşan bir yer. Avlunun ortasında günün belli saatlerinde sıcak su akan bir çeşme bulunuyor. Eskişehir'in yeraltı sularından gelen bir kaynak. Bahçenin bir kenarında büyükçe, dalları komşunun çatısını kapatan bir vişne ağacı var. Benim ağacım. Kitaplarımla bu kalabalıktan kaçmak istediğim zaman ağacın tepesine çıkar oradan komşunun çatısına ve işte dalların altında gökyüzüyle baş başa. Kimse görmesin diye iyice arkalara gizlenip kah kitap okuduğum, kah uzakta ki arkadaşlarıma içine yaprak, çiçek iliştirdiğim mektuplarımı yazdığım, kah gözlerimi kapayıp hayaller kurduğum gizli bahçem.

 

Anneannem yorgancı Bulgaristan'dan gelince elinden tek gelen bu. Ama en iyisi. Çalışkan çok çalışkan bir kadın. Beni de ona benzetirler gurur duyarım bundan. Yorgan odasında yengem ve teyzemle yeni gelin yorganları dikerler. Odaya güneş ışığı vurduğunda pamukların havada uçuştuğunu görürsünüz. Anneannem yumuşacık elleri ile narince pamuğu yerleştirir kumaşın üzerine, kuru sabunla motifi satene sanatçı edasıyla çizer. Her bir yorgan şu anda düşününce müzelerde sergilenmeliydi, hayatımda onlar kadar güzel eserler görmedim daha. Yorgan odası gece yatak odamız yan yana yer yataklar serilir. Tüm kızlar yatakta, günden bitmemiş hikayeler anlatılır, kahkahalar atılır, sonunda uykuya yenik düşülür.

 

ETİ Fabrikasının 12.00 da hiç şaşmayan öğle yemeği borusunda bizim avluda da yemek çanı çalmıştır. Avlunun etrafındaki evler önündeki taşlığa yer sofrasını kurar. Hala aynı lezzeti bulamadığım ortaya konulan yemeklerle sofraya belki on el uzanır. Büyükler konuşur sır yoktur burada herkes içini döker. Kimi hastalığını, kimi kocasını, kimi evladını anlatır, dert yanar. Gözyaşları dökülür, mutlu kahkahalar atılır. Öyle biz çocukların psikolojisi bozulacak denmez. Acıda anlatılır tatlıda. Dinlediklerimizle empati yapar farkında olmadan olgunlaşırız. Hiç bir çocuk lafa karışmaz, söze girmez, bilmişlik yapmaz sessizce yemeğini yer, arada sırada soru sorulursa cevap verir. Biraz canları gülmek isterse okuduğum kitaplardan aklı hep bir karış havada olan bana söz hakkı verirler. Konuşma izni verilen benim için bu ayrıcalık, dünyanın en büyük ödülü. Ödülümü hak etmek için sordukları sorulara enteresan şeyler anlatırım hayal dünyamı da işin işine katarak hoşlarına gider, güldürürüm onları. ‘Ah bu kız ne olacak bilmiyorum ?’der annem hayıflanır. Bitmesini istemediğim soframda ki zaman çabucak geçer, arkasında nice dersler bırakarak.

 

Sofra en büyük okul olur bize yaz boyunca. Ben en değerli derslerimi hayattan ve kitaplarımdan önce o okuldan aldım. Adaleti, hakkı, hukuku, edebi, mütavaziliği, herkesin her şeyi yaşayabileceğini, yokluğu, aldatılmaları, ölümleri, düştüğünde kalkmasını bilen asla pes etmeyen insanları gördüm. Aza kanaat eden, paylaşmayı bilen, çalışmaktan erinmeyen, en küçük şeyden mutlu olan güzel özel insanları.

 

Şimdi düşününce çocuklarımız ne kadar şansız aslında. Kalabalık sofralarda büyüyen çocukların o kadar çok alacakları var ki o sofralardan. Evlere baktığınızda birbirinden uzakta aynı evin içinde yabancılaşan insanlar. Çocuklar boşlukta. Ailelerinden duymaları gereken sayısız birikim ve anlatılacak anı varken hayatlarını diziler dolduruyor. YAYINDAN KALDIRILINCA HAYATLARINDAN DA KALKAN GERÇEKLE BAĞLARI OLMAYAN DİZİLER. Gerçekleri onların yanında konuşmaktan korktuğumuz sonra da küçücük bir sıkıntıda bunalıma giren çocuklarımız. Geçenlerde dinlediğim bir onkolog sıkıntıları çocukken göğüsleyen bireylerin kansere karşı daha güçlü olduklarını söyledi. Gerçek bu. Yokluğu gizlediğimiz, üzüntülerimizi paylaşmadığımız, acılarımızı göstermediğimiz, hayatı tozpembe gören çocuklarımız.

 

 Modern dünyada çalışan bir annenin çocuk büyütmesi ve ona gerekli hayat deneyimlerini öğretmesi çok zor. İş yaşantısının stresi ve temposuyla kaliteli çocuk yetiştirmek en büyük özveri. Kalabalık ailelerde işte bizim açık bıraktığımız sosyal alanda çocuk yetiştirme işini üzerimizden akrabalarımız alırdı. Şu anda birbirimizden uzaktaki akrabalarımız. En kötüsü de ne biliyor musunuz? Çocuklarımız empati yapamıyor. Çünkü empati hem kalıtsal hem de yetiştirme şekline bağlı. Artık o kadar oyunlara ve ekrana bağımlılar ki, deneyimlerini dinleyecek bir büyüğün varlığından yoksunlar. Ve empati kullanılmadığında bir daha geri gelmeyecek bir özellik. Çocuklar insani duyguların tümünün gelişmesi için sosyal bağlara ihtiyaç duyarlar. Pandemi biter bitmez ilk işiniz o geniş sofraları bir daha yitirmemek üzere çocuklarımızın iyiliği için kurmak olsun. Söz mü?

 

Avluma ne mi oldu? Her güzel şeye yaptıkları gibi yok ettiler onu da. Soframın etrafını çeviren insanların çoğu hayatta değil artık, arkalarında büyük bir boşluk bırakarak göçüp gittiler genç yaşlı demeden. Anıları sık sık gözümün önüne gelir. Burnumun direği sızlar. Öyle tarifsiz bir acı sarar ki yüreğimi anlatılamaz.

 

 Avluyla birlikte, ağacımda yok oldu. Çeşmenin suyunu kestiler önce, sonra çeşmeyi yerinden söktüler. O minicik evleri bir bir yıkıp yerine ruhsuz beton yığınlarını koydular. İçine hapsolduğumuz kalabalığın içinde birbirimize yabancı beton yığınları.

 

Asla gitmedim bunlar olduktan sonra o avluya bir daha. Sokağın önünden çok geçtim ama kafamı çevirmedim görmek istemedim o halini. Güzel insanları, avluyu, ağacımı oradaymış gibi hayal etmek çocukluğumu gençliğimi olduğu gibi orada dondurup bırakmak daha az acı verir yok olduklarını düşünmektense.

 

Tekrar bu kez sofrayı taşlığa ben kursam, çağırsam hepsini, anlatacak öyle çok hikayem var ki. Gelin bakın hayat bana sizin öğrettiklerinizin üzerine neler kattı. Ne çok şey gördüm dinleyin bakın.

 

 Güldürsem, ağlatsam, şaşırtsam hayatın bana yaptığı gibi, hiç susmasam.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ekosektor.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.