Seksenli yıllarda müzikle olan irtibatımız daha çok köy minibüslerinde çalınan kasetlerle olurdu. Yeni çıkan kasetleri ve sanatçıları onlar vasıtasıyla tanırdık.
Minibüslerle şehre vardığımızda çarşıda rastladığımız seyyar kasetçiler ve plak dükkânları sayesinde de daha çok müzisyeni tanıma imkânı bulurduk. Kasetçiler kasetçaların sesini sonuna kadar açar, çaldığı türkü ve oyun havaları sayesinde çarşı merkezini adeta cümbüş yerine çevirirdi. Bunun dışında evinde teyp ya da kasetçalar bulunduranlarda müzik repertuarımıza katkıda bulunurdu. Pilli radyolarda çalınan TRT ve Erivan radyoları ise diğer önemli müzik kaynağı arasında sayılırdı.
İlk tanıştığımız müzik türü türküydü. Radyoda çalan Türkçe sözlü hafif müzik ilgimizi çekmese de kulağımız aşina olurdu. Türkü ruhumuza daha hoş gelirdi.
Dönemin popüler türkücüleri İbrahim Tatlıses, Celal Yarıcı, Aysel Şeker, Abdullah Papur ve Urfalı Kevser’di. Özellikle İbo, Celal Yarıcı ve Kevser’in türkülerine bayılır ve ezberlerdik. İbo’nun Ayağında kundurası, Celal Yarıcı’nın Narinisi, Kevser’in Halaylım türküleri dilimizden düşmezdi. Düğünlerde bayramlarda bunlar çalınıp söylenirdi. Yeni kasetleri çıkınca da eski kasetler gölgede kalır diye üzülürdük. Eskileri ezberlemişiz ya.
12 Eylül cunta darbesinden henüz çıktığımız için içerikler aşk ve sevginin yanında jandarma jop ve hapishane temalarıyla örülmeye başlandı. İbo, domdom kurşunuyla bizi coştururken, Abdullah Papur ise “Çift camlardan ses gelmiyor, yavrum yüzün görünmüyor” türküsü ile bizi içeri tıkıyordu. Memocan ise “Çift jandarma geliyor kaymakam konağından” deyip dönemin vesayetine ayna tutuyordu.
Sonraları çocuk müzisyenler hayatımızdaki yerini almaya başladı. Dolayısıyla alışık olduğumuz türkü geleneği yerini yavaş yavaş arabeske bırakmaya başladı. Küçük Emrah, Ceylan, Memocan ve daha niceleri..
Emrah “Yaralı” adlı parçasıyla zihinlerimizi bulandırırken, Ceylan ise ‘’Seni sevmeyen ölsün’’ parçasıyla bizi âşık olamaya davet ediyordu. Dolayısıyla çocukluğumuz türkü ve arabesk arasında debelenip durdu.
Doksanlarda bıyıklarımız biraz terleyip, hayat yolculuğunda biraz yol alınca Canısı ile tanıştık. Canımızdan can gitti sanki. Zaten arabesk ve türkü bizden çok şey alıp götürmüş duygu dünyamıza karamsarlık tuğlaları örmüştü. Müslüm’ler, Orhan’lar, Ferdi’lerin arabeski yetmezmiş gibi birde İbrahim Erkal’li fantezi müziğimiz çıktı. Darmadağın etti ruh dünyamızı. Hepimiz melankolik olduk. İş açtık başımıza.
İki binlere geldiğimizde türkü, arabesk, fantezi ve pop gibi orta karışık bir müzik formatıyla karşılaştık. Sayılmayacak kadar müzik türü ve müzisyenle tanıştık. Kendimizi konumlandıramadık bir türlü. Nereye ait olduğumuzu bilmeden duygu durum değişikliğine göre bazen türküye bazen de arabeske tutunduk. Fakat hiçbiri bize çocukluğumuzdaki Emrah’ı ve Ceylan’ı unutturamadı. Yaşımız başını alıp gitti, ama hep yaralı ve çift camların arkasında kaldık. Bu yüzden daha sıkı sarılıyoruz çocukluğumuza. Daha içten ve sadakatle. Tat vermedi günümüz müziği. O da hayatımız gibi yozlaştı. Bu nedenle hala ayağında kundurayı terennüm ediyoruz. Canımız sıkılınca da domdom kurşunu dinleyip keyifleniyoruz.