Küresel pandemi krizinde gördüğümüz en büyük gerçek, göç. Çarpık kentleşmenin anormal boyutlarda büyüttüğü şehirler nedeniyle, ülkeler ciddi sorunlar yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar. Kırsal kalkınmanın son 10 yıldır ülke ekonomilerinin hayatına girdiğini değerlendirdiğimizde, göç sorununun ne kadar büyük bir finansal gerçeklik olduğunu algılamış oluruz. Bir yanda çevre, diğer yanda iklim değişikliği, öbür tarafta sanayileşme ve şehirleşme gibi kavramlarla çok yönlü sorunlar yumağına dönüşmüş bir toplum haline geldik. Dünya, yeni bir savaşın eşiğinde. Ve bu savaşın adı; finans savaşları. Markaların kentlerle birlikte bütünleştiği bir dönemde, Türkiye'nin küresel fırsatları yakalaması şart. Bir yanda gastronomi atakları diğer yanda uzay ve havacılık gibi teknoloji farkındalıkları ile ulusal bir ticaret ağı meydana getirmeye çalışıyoruz. Peki, güçlü Türkiye'nin mimarı olabilmek için ne yapmak lazım?
Türkiye gibi güçlü ülkelerin bir geçmişi vardır. Ve geçmişlerine indiğinizde yarına dair başarının izlerini görürsünüz. Geçtiğimiz haftalarda Bursa Ticaret ve Sanayi Odası'nın Karadeniz bölgesine gerçekleştirdiği ticari safari çok değerli anektodlar içeriyordu. Öyle ki, çoğu kişinin gözlerinden kaçan bir detay Rize'den yansıyan fotoğraflar arasından bizi 2013 yılına götürdü. Rize Ticaret ve Sanayi Odası'nın mottosu; "Rize büyürse Türkiye büyür." Takvimler 2013 yılını gösterdiğinde bu sloganı daha doğrusu seçim mottosunu Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı İbrahim Burkay; "Bursa büyürse Türkiye büyür" olarak Anadolu'ya yaymıştı. Ankara'da bile heyecan uyandıran bu mottoyu bugün kardeş şehir Rize'de görmek ise çok daha değerli. Evet, kent ekonomilerinin ortak paydada yaratacağı sinerjinin sonucu ülkelerin büyümesidir. Bursa büyürse, Rize büyürse, Anadolu büyürse elbette Türkiye'de büyüyecektir. Bu nedenle, 2013 yılında Bursa'da yakılan üretim ve büyüme meşalesi bugün Türkiye'nin küresel ihracat başarıları olarak kayıtlara ve finans hanelerimize artı pozitif olarak yansımakta.
Fuar sektörünün güçlendiği ve esnaf mantığından kobi mantığına kurumsallaşma altyapıları ile geçildiği takdirde, sektörel büyümelerin önünü açmış olacağız. Sektörler bazında büyümek için ise, üçüncü kuşak en doğru fırsatları ve büyük riskleri bünyesinde taşıyor. Türkiye gibi krizler ışığında büyüyen ve gelişen ülkelerin öz kaynak gerçeğini asla unutmamak gerekiyor. Öz kaynak sorunu yaşayan firmaların ise; yeni süreçte en büyük destekçisi, bankacılık ve finans sistemleri. Finans ve bankacılık danışmanlıklarını doğru isimlerle sürdüren, reklam ve halkla ilişkiler çalışmalarını ticari süreçleri ile bütünleştirerek markalaşan her kişi ve kurum önümüzdeki süreçten karlı çıkacak. Bireysel büyümenin desteklediği kurumsal büyüme ve beraberinde gelişecek kurumsallaşma ile önce kentler büyüyecek daha sonra bölgeler ve sonuç itibari ile ülke büyüyecek. Türkiye'nin tarım ve ticaret ekonomilerinide doğru değerlendirdiğimizde, yine karşımıza en büyük sorun ve fırsat olarak göç çıkıyor. Göç ekonomisini doğru yönlendirdiğimizde, Türkiye'nin ne iklim değişikliği ne de çevre sorunu kalmayacak. Ve yine gelişmekte olan Türkiye için katma değeri yüksek ürünlerin üretimi çok değerli. Bu çalışmaların bir bütün halinde yürütülebilmesi için merkez bütçelerin kentlere doğru yansıtılması gerekiyor. Öyle ki, son dönemde Gaziantep ve Kayseri'de yaşanan kentsel ataklar ve yerel yönetim hamleleri ile Eskişehir'in sanayileşme ve Balıkesir ile Çanakkale'nin gümrük noktası olma hamlelerini doğru değerlendirdiğimizde, Bursa için hızlı tren ve çok uluslu hava taşımacılığının olmazsa olmaz olduğunu görürüz.
Kısacası; daha güçlü bir Türkiye için herşeyden önce güçlü kentler ve birlikte hareket eden kent dinamiklerine ihtiyacımız olduğu gerçeğini asla unutmamalıyız.