Küresel dengelerin yeniden belirlendiği bir dönemde, ulusal dengeleri gözden geçirme vakti geldi diye düşünüyorum. Son dönemde basına yansıyan söylemler ile görüşmeler ve yine beraberinde basına yansımayan temasları değerlendirdiğimizde; alternatif arayışların her alanda güçlendiği gerçeği ile yüzleşiyoruz.
Ulus devletlerin tehdit altında olduğu bir dönemde, gerginleşen ilişkilerin Amerika Birleşik Devletleri ve bağlı küresel dinamiklerin sürükleyici adımları ile savaşa dönüştüğü Ukrayna'da, Rusya; akılcı adımlarla küresel gücünü her alanda ispat etmenin formüllerini gün geçtikçe hayata geçirmeye devam ediyor. Dünya'ya, Amerika'yı savaştan çıkaran adam olarak kendini lanse eden Joe Biden; sosyal medya da "nükleer savaş veyahut üçüncü dünya savaşını tetikleyen adam" olarak lanse ediliyor.
Geçtiğimiz günlerde yazdığımız "Üçüncü Dünya Savaşı ve Türkiye" analizlerimiz sonrasında Ankara'dan gelen pozitif tepkileri geç kalınmış adımlar olarak değerlendiriyorum. Öyle ki; önce Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, akabinde Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemir'linin görevden alınmaları çok geç gerçekleşti. Yine hukuk üzerine hem Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın hemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın gereksiz siyasi söylemleri, AK Parti'ye cinsiyet ayrımcılığı ve hukuka siyasi müdahale olarak ciddi anlamda oy kaybettirecek olumsuz adımlar olarak sokakta karşılık buluyor. Türkiye'nin gündeminin geçim, savaş ve olası erken seçim olduğu bir dönemde, AK Parti'nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 15 Temmuz hain darbe girişimini ve yine beraberinde Adalet Bakanlığı gibi çok çeşitli Bakanlıklar içerisindeki FETÖ yapılanmalarını öngöremeyen isimler ile kabine oluşturması, Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli'yi siyasete ve iktidara kamu adına zorunlu müdahaleye mecbur bıraktı.
Elbette, AK Parti'nin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın saha da ciddi anlamda oy kaybettiğini görüyor olsak bile; ulusal güvenlik gerekçeleri ile bu hususları yazmıyoruz! Biz, her ne kadar yazmıyor olsak bile; Bursa'dan Ağrı'ya, İzmir'den Trabzon'a, sokak her türlü veriyi vatandaşlar nezdinde net olarak vurguluyor. Tüm bu gerçekler ışığında elbette bizlerinde gölgelenmek hatta itibarsızlaştırılmak istenmemiz doğal bir gerçeklik. Sonuç itibariyle; Türkiye'de FETÖ yeniden güçlendi! Ve güçlenmesinin ötesinde oda ve borsalar ile bürokrasi ve hukuk alanlarında yeniden fiziki ve maddi olarak varlık göstermeye başladı. Sivil toplum kuruluşları ile cemaatlere sızan ve halk tarafından bilindiği halde devletin ilgili birimlerinin deşifre edemediği örgüt liderlerinin yarattığı olumsuzlaştırma süreci; Mart ayının ortalarında ciddi sokak eylemlerine dönüşeceğe benziyor. Öyle ki, AK Parti ve MHP'nin tüm teşkilatları ile sahadan net olarak çekildiğini değerlendirdiğimizde; Ukrayna ve Rusya savaşının olumsuz ekonomik gerçeklerini bahane ederek sokağa çıkacakların sayılarının artarak gün saydığını ifade edersek yanılmış olmayız.
Yine İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu'nun önceki gün deprem üzerine ifade ettiği; "bu bir sır değil, deprem beklentimiz var" ifadesi, bugüne kadar yazdığımız tüm yazılarımızı ve bizi yine haklı çıkardı. Bakan Soylu, üzerine atılı tüm iftiralara rağmen ulusal güvenlik için büyük mücadeleler veren doğru bir isim. Bakan Soylu'nun terör örgütleri ve çetelerle mücadelesine en büyük darbe; maalesef kendisini iktidar cephesinin yalnızlaştırılması ile vuruluyor. Ankara'dan aldığımız kulisleri değerlendirecek olursak eğer; gündemde yeni bir kararnameler süreci var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sendeleyen kabineyi tek tük adımlarla değiştirme girişimlerinin pozitif sonuç vermediği günümüzde; Milliyetçi Hareket Partisi lideri Sayın Devlet Bahçeli'nin muhalefetin "güçlü parlamento" çıkışına "güçlü kabine" ile karşı atak yapması bekleniyor. Bu minvalde dört yeni Bakanlık kurulması gündemdeyken, Bakan Yardımcılarının yerini yeniden Müsteşarların almasına kesin gözü ile bakılıyor. Devletin siyasi anlamda tüm koordinasyonu yeniden ele aldığını gözlemlediğimiz şu günlerde; en büyük değişim kamu da yaşanacak diyebiliriz.
Elbette küresel dengeleri, Rusya'ya yapılan ambargo sürecini, kıtlık ve stokçuluk algısı ile Türkiye'de yaratılmak istenilen panik havasını değerlendirdiğimizde; AK Parti'nin ciddi kafa karışıklıkları içerisinde olduğunu ve mevcut Milletvekilleri ile süreci yönetemediğini gözlemliyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi'nin teşkilatlarını yeniden canlandırma girişimleri, Cumhuriyet Halk Partisi ve İYİ Parti'nin sokak çalışmalarına yenik düşüyor. Yeniden Refah Partisi'nin AK Parti'den ciddi oy çekeceğini de değerlendirdiğimizde; alternatif arayışların Türkiye'de olası bir erken seçimi mecburileştirecek adına her türlü atağı başlattığını ifade edebiliriz.
Türkiye'nin bürokratik açıdan kısır kaldığı, ekonomik açıdan dip yaptığı bu günlerde; en yetkili ağızdan ifade edilen deprem gerçeği aslında bir üst başlıkta, "Türkiye savaş hazırlığında mı?" olarak yorumlanabilir! Türk Silahlı Kuvvetleri'nin taktik atak hamleleri, Milli Savunma Bakanı Sayın Hulusi Akar'ın SAT Komutanlığı ziyareti ve yine bazı Bakanların sürekli koronavirüse maruz kalması bize, Ankara'da işlerin sarpa sardığını anlatıyor.
Kabul etmeliyiz ki; Türkiye iyi yönetilmiyor. Ve yine kabul etmeliyiz ki; Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile Anadolu arasında dev uçurumlar ve iletişimsizlikler var. İstanbul'un finans merkezi yapılmasına aylar kala, yeniden Çanakkale ve İstanbul Boğazları'nda savaş gemilerinin konuşlanmaya başlaması, bize Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara'yı başkent yapmasının jeostratejik gerçeklerini ve haklı gerekçelerini hatırlatıyor.
Kısacası; Türkiye, değişime hazırlanıyor. Alternatif arayışların güç kazandığı Türkiye'de, FETÖ daha fazla güçleniyor ve yeniden kamu üzerinde etkin rol oynuyor. Ve daha kötüsü Türkiye'yi deprem ile beraber olası bir NATO ve Birleşmiş Milletler müdahelesi bekliyor. Tüm bu gerçekleri değerlendirdiğimizde, ortaya tek bir sonuç çıkıyor; tüm siyasi ve etnik ayrışmalardan uzak olarak yeniden birlik ve beraberliğimizi millet olarak tüm dinamiklerimiz ile tesis etmeye mecburuz. Ya bir oluruz, ya da yok olmamız çok uzak değil!