Türkiye'nin gergin bir sürece sokulma çabalarının boşa gittiğini söyleyemem. Kimilerine göre dış güçler kimine göre onların içerideki yardakçıları, Türkiye'nin barış ve kardeşlik havasını yıkmaya çalışıyor. Açıkçasını ifade etmek gerekirse, birşeyleri değiştirmemiz gerektiğini artık fark etmek zorundayız. Hem bireysel hem de toplumsal olarak hatalardan vazgeçmeli, 'ben' yerine 'biz' diyebilmeliyiz. Eğer bizler affedici olamazsak! Yüce yaratıcının bizleri affetmesini ve afetlerinden muhafaza etmesini nasıl isteyebiliriz?
Türkiye'nin genelinde telafisi mümkün olmadığı gibi maalesef tedbiri de an itibari ile imkansız olan olaylarla karşı karşıyayız. Deprem konusunda maalesef ne Bursa ne de Türkiye hazır değil! Ve yine uçak kazası olayı bize bir kere daha gösterdi ki, yıllardır yanlış siyasi politikalar ve Ankara ile doğru bir şekilde kurulamayan diyaloglar nedeniyle Bursa Yenişehir Havalimanı'nın sağlam zemini ve uçuş şartları hiçbir şekilde değerlendirilememiş. Çığ konusunda ise, tehlikenin sadece Van'da olduğunu düşünmek hata. Uludağ ve dağ köylerini de bu konuda yeniden değerlendirmek lazım. Yine barajların güvenliği konusunu asla tartışmıyoruz. Düşünsenize, barajlarda oluşacak bir yıkımın yaratacağı sel felaketini ve ortaya çıkaracağı on binlerce ölümü!
Bizler ama Bursa'da ama Türkiye'nin genelinde ya da merceği genişelttiğimzde İslam veya İnsanlık aleminde çok fazla kavgacı bir ruha büründük. İlahi işaretler olarak tanımlayabileceğimiz deprem, sel, çığ ve büyük küçük her türlü kazayı çok yönlü okumak zorundayız. "Bir yerlerde zulüm var, bir yerlerde zalim var" diyerek çıkamayız bu işin içerisinden. Peki, "bir yerlerde nankör ya da nankörler varsa?" Her zaman söylediğim gibi, damdan düşenin halini damdan düşen bilir. Bu nedenle bakış açılarımızı genişletmek zorundayız. Bugün Bursa adına artı değer katamazsak, yarın yaşanacak tüm çöküşlerde sosyal, psikolojik ve ekonomik açıdan telafisi onlarca yıl mümkün olmayacak bedeller öderiz. İstanbul ve Bursa merkezli yada çevreli olası bir depremde 5 milyon insanın hayatını kaybetmesi ihtimali hiçte uçuk bir ihtimal değil. Dar sokaklar, 1980 öncesi yapı yığını, bitişik ve yüksek nizam konutlar, kamu binalarının durumu, depreme dair izalotör başta olmak üzere depremin etkisini azaltıcı önlemlerin eksik olması ve yine deprem sonrasına dair hazırlıklar konusunda maalesef yetersiz olduğumuzu Elazığ ve Malatya'da gördük. Benzer şiddette bir deprem de İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi Büyükşehir'lerde yüzbinlerce can kaybı bekleyenler yanılmıyor. Az öncede dediğim gibi, araştırmalarım ve uzmanların söylemlerini değerlendirdiğimde olası bir İstanbul ve Bursa merkezli yada çevresi dahil etkili bir depremde 5 milyon hayatı kaybedebileceğimizi öngörüyorum.
***
"Kavga değil, çözüm üretmek" başlıklı yazımla aslında hem sosyopsikolojik açıdan hem de teknik açıdan Bursa'yı ve Türkiye'yi kısaca değerlendirmeye çalıştım. Önceki gün Bursa Teknik Üniversitesi'ni ziyaret ettim. Rektör Prof. Dr. Arif Karademir ile beraberinde Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Zeki Ünal, Deprem Araştırmaları Merkezi (DEPAR) Müdürü Prof. Dr. Beyhan Bayhan, Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanı Suat Cömert ile gündemde olan teknik konuları ve bu denklemde Bursa'yı konuştuk. Kabul etmeliyiz ki, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Bursa'ya ve BTÜ'ye kazandırdığı Rektör Arif Karademir ile FETÖ elinden alınan üniversite binası adeta şahesere dönüşmüş durumda. Elbette daha yapılacak çok şey var. Tek eksik, yetkili makamlardan alınacak izinler.
Akademisyenleri dinlediğimizde içimizin rahatladığını söyleyemem. Anlaşılan o ki, asıl dinlemesi gerekenlerin dinlemediği bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Bursa öncelikli çalışmalarda kentin her iki üniversitesine kulak tıkayanların ötesinde, akademik odaların ağır sessizliğini de işitmek zorundayız. Deprem izolatörü konusunda kamu ötesinde tüm binalarda çalışmalar yapılması gerektiğini belirten akademik kadro, bina içinde ki ahşap malzemelerinde sabitlenmesinin yasa ile zorunlu kılınması konusunda hem fikir. Ve yine özellikle öğrenci yurtları ve kamu binalarında malzeme sağlamlığının yeniden değerlendirilmesi gerekirken, olası afet durumunda afete müdahale edecek yerel ekiplerin özellikle Büyükşehirlerde kendi canları ya da aileleri ile mi yoksa görev ve sorumlulukları ile mi yoğunlaşacakları konusu fazlasıyla insani ve hataya açık bir alan olarak vurgulandı. Bursa'nın yarınlarını güvence altına almak adına tüm kurumların ortak akıl ve çağrı ile Bursa Valiliği çatısı altında toplanması gerektiğine vurgu yapan akademik heyet, depremin veyahut doğal afetlerin alınacak tedbirlerle öldürmemesinin mümkün olduğunda karar kılmaları anlamlı oldu. Ve yine ulusal bir afet olabilme ihtimaline karşı Cumhurbaşkanlığı bünyesinde dev bir koordinasyon ve müdahale biriminin aktif tutulması hususunu da dillendirdik.
Türkiye'nin ama siyasette, ama akademik boyutta ama bürokrasi de artık her türlü kavgayı bırakması şart. Kentleri ve ülkeleri yönetenler, artık yönettikleri kesimlerle uzlaşmak zorunda. Eğer birbirimizin fikir yada görüşlerine saygı duymazsak hep birlikte kaybedeceğiz. Unutmayın, öteki tarafa gidipte dönene daha denk gelmedik! Geleceğimizi de pek sanmıyorum diyerek hayırlı cumalar diliyorum.