Pandemi krizinin ne kadar derin ve yıkıcı olduğunu sokaktaki vatandaştan, esnafa varıncaya kadar her kesim yaşayarak hissediyor. Öyle ki, krizin geldiği son noktada TOBB Yönetim Kurulu Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'da adeta açtı ağzını, yumdu gözünü. Yalova Ticaret ve Sanayi Odası’nın yeni hizmet binasının açılışında konuşan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, “pandemi döneminde hiç bilmediğimiz bir denize açıldık. Böyle bir kriz görmedik” diyerek gelinen son noktayı tek cümlede özetledi.
Türkiye'nin son 1 hafta içerisinde yaşadığı akaryakıt zamları ve ötesinde vatandaş nezdinde geleceğinden şüphe duyulmayan doğalgaz zamları ile birlikte, asgari ücret toplum nezdinde yeniden tartışma konusu olmaya başladı. Ve yine kamu personelinin maaşlarını değerlendirdiğimizde, eşit maaş alamama sorunu kamu hizmetlerinin ilerleyen süreçte yapılamaz duruma geleceğinin sinyallerini veriyor. Kamu sendikalarının ötesinde işçi sendikaları da kapalı kapılar arkasında grev hazırlığı yapıyor. Peki, tüm bu gerçekler ışığında Türkiye'nin yolculuğunu ekonomi başlıkları ile incelersek nasıl bir sonuç ile karşılacağız?
Türkiye'de ki, 350 oda ve borsa başkanı ciddi anlamda büyük bir karamsarlık ile yüzleşmiş durumda. Önü alınamayan zamlar ve bir türlü üretim ekonomisine dönemeyen finans politikaları nedeniyle Türkiye, yüksek döviz kuru batağına saplandı. Develasyon ilan edilir mi bilemem lakin, yüksek fiyatlar nedeniyle kamu çalışanları ötesinde aylık geliri 7 bin Türk Lirası'nın altında olan vatandaşların daha doğrusu ailelerin artık sıfır ev sahibi olması hayal bile değil. Ve yine artan kira fiyatlarına rağmen inşaat sektörü yapı malzemelerinin ve inşaat yapım fiyatlarının yüksekliği nedeniyle aktif anlamda üretim gerçekleştirmiyor. Bir yanda akaryakıt zamları, diğer yanda ödenme ihtimali çok düşük yapılandırma sürecini değerlendirdiğimizde, Türkiye neye ne kadar hazır sorusunu sormadan geçemiyoruz.
Son olarak Türkiye'nin gündemine giren "Yeşil Mutabakat" ve "İklim Değişikliği" hususları da sektör temsilcilerini ve üreticiyi endişelendiriyor. Karbon yasası başta olmak üzere birçok düzenlemenin sanayi ve inşaat sektörüne olumlu yada olumsuz etkilerini halen daha tartışmaya açamadık. Yine denizlerinde ve kara sınırlarında ciddi anlamda katı atık yani petrol ve doğalgaz ile türevleri olduğu bilinen Türkiye; neden böyle kısıtlatıyıcı ve bağlayıcı bir sürece hızlıca girdi, bunu anlayabilmekte mümkün değil!
Türkiye'nin önündeki ekonomik engelleri aşması mümkün mü? Elbette mümkün. Peki, bu süreçleri nasıl bir politika ve bürokrat ağı ile yönetebiliriz. İşte bu iki soru bugün siyasetin gündeminde var olan en büyük çatışmanın ana kaynağı. İktidar kanadının atadığı bürokratların Büyükşehirlerde adeta imparatorluk ilan ettiği biliniyor. Ve yine kentsel dönüşüm, şehircilik, ulaşım, çevre ve altyapı hizmetleri, sosyal hizmetler ile tarım ve sanayileşme konularında iktidar belediyelerinin yönetiminde olan kentlerde büyük ve yıllardır çözülemeyen sorunlar olduğu kabul görür bir gerçeklik.
Yükselen döviz kuru, hızla değer kaybeden Türk Lirası, yeşil enerjiye direnen üretim sektörü ve herşeyin ötesinde artan ihracat maliyetlerini bin kilometre başına hesapladığımızda ortaya çıkan rakamlar ürkütücü. Bugün Erzurum'dan Londra'ya 4 bin 300 kilometre yolculuk yapacak bir ihracat tır maliyeti ile İstanbul'dan Londra'ya 3 bin kilometre yapacak ihracat tır maliyetini sadece yurt içi köprü ve otoyol maliyetleri ile değerlendirdiğimizde bile sorunun büyüklüğünü okumamız mümkün oluyor. Ki, artan akaryakıt maliyetleri ile diğer maliyetleri mevzu bahis bile etmiyorum.
Kısacası Türkiye'nin büyük bir ekonomi reformuna ve genel sicil aflarına ihtiyacı var. Türkiye'nin sinir uçları olan üretim merkezlerinin zarar gördüğünü hızla azalan alım gücü ve kredi finansman borçlanmasından okuyabiliyoruz. İşte tüm bu gerçekler ışığında Türkiye için en iyi yolun acilen bulunmasını ve sektörler bazında çözüm üretilmesini hep birlikte bekliyoruz.